24 Kasım 2013 Pazar

Bir Buruk Ev

Hayat işte bu beyaz sayfadaki harflerin karalığı gibi noktalanmış yaşamlarla doluyken bir renk katmak istersin yenilemek için. Uğraşırsın. Zorlanırsın. Mutlu olur, mutlu edersin. Seversin. Ağlarsın. Susarsın. Gülersin. Yazarsın. Doyarsın. Beklersin. Sorarsın. Yoklarsın..Anlarsın..sessizliği..boğazındaki yumrunun hiç geçmeyeceğini..anıların gitmeyeceğini..acın tarifsiz zannedersin..yokluğu zor diye atfedersin..zaman kapını çalar. Tanımadığındandır bilirim açmak istemezsin.  Gerçeklerle yüzleşmek ağır gelir güçsüz olduğunu hissettirmek istemezsin..Sesler gider önce kulaklarından. Sonra hüzün yerini sakinliğe bırakır..Ara sıra anımsatır. Anlatamaz, söyleyemezsin..Saklarsın. Bilemezsin. Zaman..Acımasız misafiri buruk evin.Engellerin aşılmayacağına inandırır ya insanı işte o an gönlünü bir fanusta öldürürsün de bilemezsin..
.

23 Mayıs 2013 Perşembe

Konya Gezmleri Vol.1. Nar-ı Aşk


   Burası Mevlana Hoşgörüsüyle yoğrulmuş şehir "Konya!" demek isterdim fakat tam 5 yıldır burada yaşayan biri olarak sizleri hayal kırıklığına uğratmaktan korkuyorum. Bu şehir kendine Müslüman! Kendine Has! Siz adım atmadığınız sürece yalnız kaldığınız yer burası!
   Bunaldığınızda gitmek istediğiniz yerler var mıdır hayatta? Sanırım yanlış bir soru oldu bu zamanda! İnsanlar şimdi her şeyi yemek ve içmek üzerine kurarak bir yerlerden tad alıyorlar.
   Size Konya'da en iyi etli ekmek,tirit, sac arası, sac böreği vb. nerde yenir diye anlatmayacağım. Fakat   Konya'da huzur bulduğum bir mekandan bahsedeceğim.
   Mevlana müzesine 5 dakikalık mesafede bir sanat galerisi adı "NAR-I AŞK". Çoğu kişi bilmiyor aslında.. Daha çok genç kuşak merak edipte soruyor aslında. İçeri girdiğiniz andan itibaren sıcak bir hava kaplıyor bedeninizi. Duvarlarda el emeği tablolar, aynalar, masaların üstünde sergilenmek üzere koyulmuş hediyelik eşyalar, hatıra kutuları... sonra bir merdiven görüyorsunuz sofadan usulca aşağıya inen. Bir adım atıyorsunuz sonra bir tane daha bir tane daha.. Bir de bakıyorsunuz sıcacık bir iç avlu kucak açmış sizi karşılıyor. Duvarlarda el yapımı saksılar, saksıların içinde süs olarak boyanmış rengarenk kaşıklar, çocukken içine düşmekten korktuğum kadar büyük bir akvaryum, yerlerde yer yer minderler yer yer vintage demir masa ve sandalyeler..Sonra bir de bembeyaz bir köşe.. Eski sedirlere benzeyen.. Çocukluğumda uyuduğum sedire benzeyen.. Eğer sizde bu mekana uğramadan Konya gezisinizi sonlandırmak istemez ve ailenize sevdiklerinize veya kendinize hediye almak isterseniz uğramadan geçmeyin derim:)

Bu Linkten  
https://www.facebook.com/pages/Nar-%C4%B1-A%C5%9Fk-Sanat-Galerisi-Cafe/181946581833252?fref=ts Nar-ı Aşk Sanat Galerisi& Cafe'nin facebook sayfasına ulaşabilir daha detaylı bilgiye sahip olabilirsiniz..:)

31 Mart 2013 Pazar

Minik Dehalar ile Yola Devam..


Burası size çokta uzak değil. Hani derler ya bir adım ötenizde diye. İşte öyle. Adım atsanız ya içeridesiniz ya da atmadığınız adım için pişmansınız...Onların dünyasında var olmayı öğrendiğiniz yerdesiniz. Düşüncelerin, konuşmaların, davranışların nasıl da farklılaştığını anladığınız, inat denen o kör olgunun aslında hiçte kör olmadığını anladığınız yerdesiniz..
Üretkenliğin sınır tanımadığı, makas ve uhunun elden düşmediği, yok mudur bugünde artık malzeme yollayan bir veli diyerek soruların havada uçuştuğu, sorunların ise yakalanıp kontrol altına alındığı yerdesiniz.

MİNİK DEHALAR ile yola devam...

Geçtiğimiz günler de veli katılımı ile gerçekleşen etkinliklerimizden birinde 6 yaş grubu öğrencileri ile çocuklarımız kitap ayracı yaparak anlamlı bir etkinliğe ev sahipliği yaptılar. Olayın bu kısmı normal bir etkinlik gibi görülse de ben en çok elleriyle bana kitap ayracı hazırlayan velimize ve tabi ki etkinlik sırasında bana da keçeden kitap ayracı yapmayı unutmayan miniklerime sonsuz teşekkür etmek için bu yazıyı kaleme alıyorum.. Olur ya bir gün denk gelirlerde bu anılar canlanır hafızalarında diye..

Teşekkür ederim Minik Dehalarım...

13 Kasım 2012 Salı

Minik Dehalar!..

   Büyüklerime dair hatırladığım bir deyim yok ama sanırım "Adam olacak çocuk" deyişi, bu akşam size anlatacaklarımın özet halini oluşturmaya yetiyor;)
   Durum şu ki; bir gün karşımda üç katlı bir bina gördüm bütün sevimliliğiyle beni çağıran. Dışında bir sürü resim var. Kimisi çocuk,kimisi hayvan figürlerinin yanı sıra birde şekiller ve rengarenk boyalı duvarlar. Kapıda yeni gelin evi kapısı gibi kıpkırmızı organze bir tülden koccaman bir fiyonk. Kapı açılıncaysa ayrı bir şeker dünyası. Her kapıda bir isim, ELMA ŞEKERLERİ, SU DAMLACIKLARI, ZEKA KÜPLERİ VE KAPTANLAR, yazılı. Gittikçe artan merakım sonunda kabul gören bir teklif ve çocuklu hayata merhaba diyen ben (:


   Evet ben artık bir kreş ya da diğer bir deyişle gündüz bakım evinde İngilizce Öğretmenliği yapıyorum. Biraz öğretiyorum ama karşılığında ÇOOOOOK şey öğreniyorum. Mesleğimi daha çok tanımaya başlıyorum. Her gün çocuklara daha iyi nasıl öğretirim derken kendimi gelişim hakkında yazılmış makale, tez, kitap, roman vs. işte ne bulursam okuyorken buluyorum (:
   Edebiyat gibi zevkli ve karmaşık. İşte bu yüzden orda olmayı seviyorum! :))
   Üçüncü haftamızı devirirken miniklerimden çok hoş geri dönütler alıyorum. İşte bir kaç tanesi;)
   

   B.K.: "İngilisssçe örtmenim ingilisçe örtmenim"
   Ben: "Yes I am :) "
   B. K.: "Ben eeee şeyyyyy isimlerimizin İngilizce'sini merak ediyorum:))) ( Kıkırdamalar başlar), Pelin'e Peluş desek olur mu? :D Bence çok İngilizce duruyor."

   B.K.:"Teacher teacher biliyon muuuuu benim babam ingilissçe bilmiyor. Ben ona öğretiyorum. Çünkü o matematik biliyor:)"


   P.:" Teacher ben bişeyi çok merak ediyorum sorıyım mı?"
   B.:" E hadi sor bakalım ;)"
   P.:" Yemek duasının İngilizcesi Ne?"
   B.: (Hiç bozuntuya vermeden) "Yarın öğretirim olur mu?"
   P.: "Tamam ama bak bekliyorum unutma sakınnnnn!"

   İşte bizim bütün günümüz böyle geçiyor. Merak ederek, sorarak, öğrenerek...:)

   Bazen küserek, bazen kızarak ama her daim gülerek :)
   Dahası mı? Yolda;)

11 Kasım 2012 Pazar

Sekiz Buçuk Otobüsü

   Gökyüzü yorgundu. Yağmur çiselemeye devam ederken bir adam akıl almaz bir manevrayla karşıya geçmek için bekliyor olduğu kaldırımda kendini geriye attı; hızla gelen otobüsün ayaklarından fışkıran sularda ıslanmamak için. Sonra hızlıca yoluna devam etti. Adımları ritmik, ezgili ve enstrümantaldi! Hayır, kaçar gibiydi... Uçmayı öğrenmeye çalışan bir kuş gibi de yeteneksiz. Ayağı kaldırım taşına takıldı. Sendelediyişi "Burkuldu sanırım" dedirtti. Sonra rüzgar paltosunun eteklerini havalandırdı. Yine önemsemedi. Otobüs geç kalmıştı. Soğuktu. Ve yağmur durmaksızın yağarken paltosunun yakalarını kaldırdı. Umarsızdı. Belkide üşüdü ama söyleyince teselli olmadığını anladığından bu sefer tepkisizdi. Ne de olsa sırtında eski bir palto vardı tıpkı kendi ruhu gibi eski! Palto yorgun... Adam yorgun! Ben hiç bilemedim o adam KİMdi? İstisnasız her sabah aynı kişilerin doldurduğu sekiz buçuk otobüsünde kimse tanımıyordu adamı. Biliyorumki bir daha da kimse görmedi. Neden oradaydı kimse bilemedi...

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Söyletmeyin Sizde!



"Bir zamanlar yani ben küçük ama çoook küçük bir çoçukken yani işte ben dolaşırken orda burda şurda..."
diye başlayan bir yazı kaleme almak isterdim ; şimdiki tabiriyle kurabiye tadında yada portakallı çikolata olsa tercihim ondan yana olurdu diyeceğiniz tarzda. Severim portakalı. Çikolataya ise ayrı bir anlam katıyor bazen duygusallaştırıyor bazen sevindiriyor yiyeni. Ama her halükarda burukluğunu yaşatıyor anı kaçırmadan.Bazen karar veremem. İşte o zaman en iyi çare çikolata olur. Aslında düşündümde olurmuş.Eskide mi kaldı acaba alışkanlıklarım diye düşünmekden alamadım kendimi. "Şimdi neyim var?". "Neyim mi var?" "Akıtmak istediğim sıkıntılarım, lal olmuş dertlerim, kararsızlıkla imtihan olan bir gönlüm var." Bazenlerin, keşkelerin, ahların hiç vazgeçmediği rotasını şaşırmadan her daim ziyaret etmekten uğramaktan üşenmeyen yılmayan bir kaderim var. Şimdi aklıma geldide uzun zaman önce izlediğim bir filmin başında şöyle diyordu teredditli ama bir o kadarda emin bir ses "It is not easy to run away from destiny!" İşte ben demiştim, benim düşüncelerim! Film mi ? İzlemedim desem. O cümle yetti bana. Birşeyler için harekete geçmeliydim ve kendime gelmeliydim; farkımı ortaya koymak için falan diye zırvalamak istemiyorum şu anda zaten öyle bir şeyde olacağı yok.Peki neden mi? Sadece yazmak istediğim için. Söz vermek istiyorum kendime başarmak adına. Yılmamak adına. Sevebilmek adına. Devam edebilmak adına. Birde tadını hiç unutamadığım bir parça Portakallı çikolata adına.
Beslediğim bir hayvanım yok yada yapraklarını her gün sevgi sözcükleriyle okşadığım; temizlerken dikkatle konuştuğum bir çiçeğim yok ama içimde daha çoook küçükken şeker niyetine yuttuğum bir kelebeğim var. Rengini ve şeklini bilmediğim. Zevklerine vakıf olamadığım. AMA sadece varlığını hissettiğim. Yazmak bana kazandırcak biliyorum. Kelebeklerde umudu simgelemez miydi zaten? Daha fazla sevgili Nesin'ninde satırlarında vücut bulmuş bu sözleri dargınlık ifadesi olarak kullanmak istemiyorum...
"insanlar gider şarkıları kalır
şarkılar var uzun
yüzyıllar dolanır
şarkılar var kısa
söylendiği yerde kalır
şarkılar var benim şarkılarım
söyletmezler içimde kalır..."



Söyletmeyin sizde! Yazın! Uçsuz bucaksız çöllerde yol alırcasına yazın! Okyanuslarda kaybolmuşcasına yazın! Çıkış yolu yoksa, yazmak tek çareyse yazın. Hikayeler isimsiz kalmasın. Tercihler yanlız yapılmasın. İnsanlar tek olmasın. Ramazanlar, iftarlar, sahurlar, bayramlar, sevgiler, kardeşlikler, sevinçler, hüzünler, kısacası size dair hiçbir şey yalnız kalmasın, sessiz pusmasın köşelere!.. Alışmayın oyuncağınızın elinizden alınmasına! Karşı durun haksızlığa! Ama nolur nolur incitmeyin gönülleri... Çünkü onların o zavavllıların insan denen unutkanın kalbi çabuk acır ne de olsa. Sonra bir şiirin satırlarında, kitapların sayfalarında, şarkıların anlayamadığı sözlerinde kendisini bulmasına izin vermeyin. Kısaca Özlemlerinizde, Sevinçlerinizde kadere yük olmasında gönlünüzde Nur olsun...

8 Temmuz 2012 Pazar

Bitmez ARZU!

   Bu hikaye yalnız büyüyüp sonra yine yalnız göçüp gitsin istemiyorum. Onu gökyüzünün en mavi en derin en uçsuz bucaksız görünen yerinde haykırarak anlatmak istiyorum. Belki duyulur bir gün diye değil! Duyulsun diye!
   Her yer çok kalabalık...Zihnim pas tutmak üzereyken birden her şey akmak istiyor. Ritmi duyuyorum. Keskin, sert, zorlayıcı. Bana ait bir şeyi istiyor fütursuzca. Hiç soru sormama izin vermeksizin zorluyor beni.
Kalabalık. Akıyor...Her şey...
   Yerde bir küçük kağıt parçası. Eğilip alıyorum sonra hemen saklıyorum sanki gizliymiş gibi. Oysaki sokakta tamda işte şu köşede öylece kimsenin dikkatini çekmeden kaç saattir orada beklemekte benim gelişimi...